Çarşamba, Şubat 17, 2010

İstanbul'da Kahvehane

İstanbul kahve ile 1543'de tanışır. Bir yıl sonra da Yemen'den düzenli olarak kahve ithal edilmeye başlanır. İlk Osmanlı kahvehanesi Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul Tahtakale'de açılmış.(Kahvehanenin sahipleri iki Suriyeliydi.). Tahtakale olmasının nedeni kahve tekelinin burada bulunmasıdır.Ayrıca bu bölge sanatçıların, tüccarların, gezginlerin, elçi ve siyasilerin sıklıkla uğradığı bir yerdir.
Kahvehaneler İstanbul'da gündelik hayatta bir devrim yaratır. İnsanlar ev ve işyerleri dışında vaktini burada geçirmeye başlar. Burası bir sosyalleşme yeridir. İşte bu nedenle Osmanlı yöneticilerini tedirgin etmeye başlar. Siyasi konuşmalar ve propagandalar burada yapılmaya başlanır. Devrim tohumları burada atılır. Bir dönem Şeyhülislam fetvası ile Haliç'de kahve yüklü gemi batırılmıştır. Bunun gerekçesi ise kömür derecesinde kavrulmuş maddelerin vücuda alınmasının günah olduğunun iddia edilmesidir.Bu sebepten III.Murat yasak çıkarır ama kahvenin tadını alan halk ve iyi para kazanan kahvehane sahipleri gizliden bu işi yürütür..
Bir de halkın burada toplanmasından rahatsızlık duyan IV.Murat zamanında kahve, şarap ve tütün yasaklandı. İstanbul'daki bütün kahvehaneler kapatıldı.
Ancak kahve zevki sarayda da yayılır. Öyleki mutfağa "kahvecibaşı" alınır.
Kısa sürede sadece Eyüp Sultan'da 120'ye yakın kahvehane açılmıştır.İstanbul'daki kahvehanelerde küçük hasır taburelerde oturulur ve zarflarla (kulpsuz fincanlar)kahve içilirdi. Nargile de kahveye eşlik ederdi.
Yeniçeri kahveleri:ocağın zamanla bozulması ile yeniçeri zorbalarından bazıları bu kâr getiren işe soyundular. Kuledibi, Galata, Esir pazarı bilinen yeniçeri kahvelerinin olduğu yerlerdir. Yeniçeri kahvehanesi açılmadan önce ihtiyaç listesi belirlenir ve listede her eşyanın karşısına bir esnafın adı yazılır ve bu liste gözü pek bir adam tarafından isimleri kayıtlı olanlara gönderilirdi. Bu kişiler de hiç tereddüt etmeden eşyayı hemen alıp hediye gibi gönderirdi. Böylece yeniçeri zorbası tek kuruş harcamadan kahvesini açardı. Hangi ortaya mensupsa onun nişanı kapının üstüne asılırdı...(Reşat Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar, s.30-33)


Sait Faik şöyle anlatır zamanının kahvehanelerini: "Severim kıraathaneleri. Bir ihtiyar gözlüğünü takmıştır. Ötekisi elinden bir türlü gazeteyi bırakmayana içerlemektedir. İki yaşlı-başlı adam, çocuklar gibi olmuş, domino oynamaktadır. Üç kişi hiç aklınıza bile gelmeyen bir siyasal düşüncededir. Bir küçücük, sizin dikkatinizi bile çekmeyen bir haberden neler de neler çıkarılır ... Soğuk, temiz, beyaz mermerli, ince belli çay bardaklı, mavi, sarı, turuncu fincanlı, köylü zayıf garsonlu, sarı yüzlü ocakçılı İstanbul kıraathaneleri ! İstanbul'u, İstanbul halkını, derdini, beğenisini, bilgisini, becerikliliğini sinemalardan, yılışık, ciddi tiyatrolardan, dahası, evlerden daha çok siz temsil ediyorsunuz. Siz birer tembel yatağı değil, birer bağımsız üniversitesiniz. Üniversiteden daha bağımsızsınız.''


Ülkemizde yetişmeyen ama kültürümüzde çok önemli bir yere sahip kahvenin çeşitli ritüelleri vardır.
-Mangalda, ağır ateşte, bakır cezvede ve az şekerli (ya da mümkünse şekersiz) pişeni makbuldür.
-Ağır pişmelidir ki içindeki uçucu yağ ziyan olmasın.
-Fazla şekerli kahveye "mektepli usulü" denirdi.


**Tavsiye edebileceğim güzel Türk kahvesi yapan yerler; İstiklal caddesindeki Mandabatmaz kahvesi (Galatasaray lisesini geçtikten sonra ileride sağda ara sokakta. Osmanlı'da kahvenin yasak olduğu zamanlarda kahveci ile müşteri arasındaki şifreli konuşmadan gelir bu mandabatmaz adı.).Çorlulu Ali Paşa Medresesi ve Piyer Loti'de de çok güzel yapılıyor.Ayrıca İzmir Kemerltı'nda Kızlarağası hanının içindeki Asmalı Cafe'de fincanda pişen dibek kahvesi de çok iyiydi. Kahve cezvede değil direk fincanda ateşin üzerinde pişiyor. Ama ben yinede cezvede ağır ağır pişeni tercih ederim.
Bir deeeee bir elimde kitabım bir elimde kendi pişirdiğim kahve, penceremin önündeki kanepe benim için en büyük keyiflerden biri. Bazen işyerinde bitmeyen yorucu bir günde bu anı düşünerek kuvvet buluyorum.

Hiç yorum yok: