Cumartesi, Aralık 25, 2010

Hiç, Carmen Laforet

Daha önce okumadığım hatta adını duymadığım bir yazardan okumak istedim. Kitap fuarında dolaşırken elimdeki listede bu roman da vardı. Alıp eve geldikten sonra hemen başlayamadım. Bir ay kadar gezi  kitapları ile haşır neşir olduktan sonra bu kitabı elime alabildim. Kitaba başlar başlamaz hikayeye ısındım.
Carmen Laforet bu kitabı 23 yaşındayken yazmış. Hayat hikayesini okuyunca biraz kendi hayatından esinlendiğini düşündüm. Bugüne kadar okuduğum en iyi ya da en sürükleyici kitap diyemem ama insanı sıkmayan yer yer merakta bırakan bir anlatımı var.

On sekiz yaşındaki Andrea, öksüz kaldıktan sonra üniversite eğitimi için köyünden Barselona`ya, zenginliği ve kültürüyle hep gözünü kamaştırmış olan anne tarafından akrabalarının evine gelir. Ancak akrabaları savaş sırasında servetlerini kaybetmiş, korkunç bir yoksullukla baş etmeye çalışmaktadırlar. Genç kız bir yandan okuldaki zengin öğrenciler arasında bocalarken bir yandan da evde tanık olduğu tuhaflıklarla masumiyetini yitirmeye başlar. Andrea'nın arkadaşı Ena, dayısı Roman, diğer dayının eşi Gloria ilginç karakterler.
Karanlık, güçlü bir hayal gücü ile ince mizahı birleştiren bu roman, pek çok eleştirmen tarafından yirminci yüzyılda Avrupa`da yayımlanan en önemli yapıtlar arasında sayılıyor. (orjinal adı; Nada)

"...Mermerden ana kapıyı ve hoşuma giden sakinliğini hatırlıyorum. Kapıda, çiçekler ve büyük vazolarla süslü antrenin loşluğunda uşak karşısındaki şaşkınlığımı, Pons'un annesinin elini sıkmak üzere gelen aşırı mücevherli hanımın kokusunu ve annesinin , Pons'un taliplerinden biri olan benim yanımdan geçerken, eski ayakkabılarıma, tarif edilemeyecek bir biçimde bakışını da..." (syf.185)

Carmen Laforet: 1921 yılında Barselona'da doğdu. Çocukluğunu Kanarya Adaları'nda geçirdi. 12 yaşında annesini kaybetti, babası yeniden evlenince 1939'da, iç savaşın bitiminde, akrabalarının yanında kalmak üzere Barselona'ya geri döndü. Barselona Üniversitesi'nde başladığı felsefe ve edebiyat eğitimini yarım bırakıp 1942' de Madrid'e hukuk okumaya gitti. Ancak 1944'te okulu tümüyle bırakıp ilk romanı Hiç'i yazmaya yoğunlaştı. 1944'te yayımlanan romanı prestijli Nadal Ödülü'nü (1945) kazanınca ünlendi. 1946'da gazeteci ve edebiyat eleştirmeni Manuel Cerezales'le evlendi. Katolik inancıyla yakınlaştı, beş çocuğu oldu ve 70'li yıllarda eşinden ayrıldı. Erken yaşta gelen ünün ağırlığı altında yazdığı diğer yapıtları eleştirmenlerce aynı ölçüde beğenilmedi. Bu nedenle edebiyattan uzaklaştı ama gazete ve dergilere yazmayı sürdürdü, gezi yazıları ve öykü derlemeleri yayımladı. Hayatının son yirmi yılını edebi çevrelerden uzak geçiren Laforet 2004 yılında Madrid'de yaşamını yitirdi. Ölümünden sonra yapıtlarına ilgi ülkesinde ve tüm dünyada tekrar arttı.
Kitapla ilgili (bir İspanyol internet sitesinde) bazı garfik-resimler buldum. Kitaptaki bazı sahneler ya da kişiler resmedilmiş. Onlardan bazıları...








Gloria ve bebeği..









Ena ve Andrea...




Hiç, Carmen Laforet, Çeviren;Zerrin Yanıkkaya,2007, Metis Yayınları

Cuma, Aralık 10, 2010

Samatya'da Van Kahvaltısı

Havalar artık soğudu ama olur da biraz ısınırsa diye size güzel bir öneri; Samatya'daki Van Kahvaltı Salonu...Kapalı yeri de var tabi ki. İki hafta önce başka bir yere giderken yol üstünde "dur kahvaltıyı şurada yapalım" diyerek girdiğimiz bir mekan. Bahçede oturduk. Size sadece "yumurtayı neli istersiniz" diye soruyorlar o kadar, diğer şeyler masaya geliyor zaten.


 Otlu peynir,örgü peynir, bal-kaymak, kavut, murtuğa, cacık, yeşil-siyah zeytin, salatalık-domates, sıcak pide ve sınırsız mis gibi çay. Otlu peyniri severim zaten ama buradaki çok çok lezzetliydi. Biraz daha takviye istedik ,tepeleme bir tabak daha getirdiler.

Peki neden Van'ın kahvaltısı meşhur?
Bir rivayete göre; Vanlı esnaf erkekler sabah namazından sonra çarşıya gidip dükkanlarının, tezgahlarının başına geçmeden önce bir çok kahvaltı dükkanından birine uğrar kahvaltı ederlermiş. Bu dükkanlarda kahvaltı adına güzel peynirler, bal-tereyağı ve yerel kahvaltı çeşitleri (kavut ve murtuga gibi) ulaşılabilecek ne varsa bulunurmuş.  Bir diğer rivayete göre; Vanlılar ailecek uzun ve sohbetli kahvaltılardan çok hoşlanırlarmış (bundan hoşlanmayan var mı bilmiyorum).
Aslında Van'da ilk kahvaltı salonu 1947'de açılmış. Adı "süt evi" imiş. Kahvaltı salonu ismi sonradan çıkmış. Bu fikir başkaları tarafından geliştirilip şimdiki halini almış.

Kavut, buğday tanelerinin kavrulup irice öğütülüp tereyağında hafifçe kavrulmasıyla yapılıyormuş.
Murtağa ise tereyağında kavrulan unun içine başka bir kapta çırpılmış yumurtaların katılıp pişirilmesiyle hazırlanıyormuş.Her ikisi de balla yenilebilir.
Otlu peynirin içinde ilkbaharda dağlardan toplanan sirmon, mendo, peliz ve yarpuz gibi otlar konulur. Bu otlar çok lezzetli olduğu gibi faydalıdır da.  Cacık için de bu sirmon denilen otla süzme yoğurt karıştırılıyor. Maydanoz, dere otu ya da yeşil soğan da konuluyor.
Kahvaltınız bittikten sonra kısa bir Samatya turu da yapabilirsiniz...


Ayrıca Aksaray'daki Van Kahvaltı Salonuna da gitmiştim onu da tavsiye ederim.