Perşembe, Mayıs 30, 2013

Dorian Gray'in Portresi, Oscar Wılde

 Oscar Wilde'in yazdığı tek roman Dorian Gray'in Portresi..Müthiş bir kitap. Kardeşimin okuyup çok etkilendiği ve tavsiye ettiği bu kitabı ben de nihayet okudum. Güzellik,gençlik, ahlak, toplumsal kurallar, evlilik,aşk,iyi insan olmak,günah,ölüm gibi kavramları sorgulayan hatta bazen tepetaklak eden bir roman. 1891'de basıldığında ahlaksızlık suçlamalarıyla karşılaşarak büyük tepki çekmiş. Çünkü içinde eşcinsel bir sevgi var. Yazarın kendisi de eşcinsel hatta bu nedenle hapis yatmış. Zaten romanın üç ana karakteri için"Basil Hallward ben olduğumu sandığım kişdir, Lord Henry dünyanın ben sandığı kişidir, Dorian Gray ise olmayı istediğim kişidir, belki başka bir çağda" demiştir ki Basil romanda Dorian'a aşk beslemektedir.
Wilde zengin bir ailenin çocuğu olarak doğmuş ve yaşamış, romanda sosyetenin davetlerinden, zevklerinden, uğraşılarından detaylı olarak bahseder. Yaptığı kişilik analizleri ve ortam tasvirleri bu nedenle çok gerçekçidir. Çünkü kendi de böyle bir çevrede büyümüştür.
Romanda Lord Henry'nin fikirleri oldukça ilgi çekici. Şöyle ki;
"Evlilikteki gerçek sakınca kişiyi evcil yapmasıdır. Evcil kişiler de renksiz olur. Bireysellikten yoksundurlar." s.97
"Hepimiz başkalarına iyilik kondurmayı severiz, çünkü hepimiz de kendi kellemizden korkarız. İyimserliğin temeli katıksız korkudur. Hesabımızdan daha çok çekebilelim diye bankacıyı överiz, elimizi cebimize atmasın diye yol kesen haydutta iyi yönler buluruz."s.97
"Mutlu olduğumuz anlarda hep iyi bir insan oluruz da iyi olduğumuz zamanlarda ille de mutlu olmayabiliriz."s.101
"İyi insan olmak demek insanın kendi kendisiyle uyum içinde olması demektir."s.101
"Kişinin kendi kendini suçlaması doyum verici bir lükstür. Kendimizi suçladığımız zaman başka hiçkimsenin bizi suçlamaya hakkı yokmuş gibi gelir. Kişiyi günahtan arındıran itirafın kendisidir yoksa günah çıkartan papaz değil."s.123
"Öyle ya,kötü bir sofra açan, kalitesiz şarap sunan kişinin özel yaşantısında kusursuz bir insan olduğunu bilmek neye yarar?" s.178
"Kendisi ateşle sınanmış! Ateş de yakıp kül etmediğini sertleştirir."s.224
"Tanımlamak kısıtlamaktır"s.242
"Gençlik gibisi var mı? Gençliğin cahilliğinden dem vurmak ne gülünçlük! Şimdilerde görüşlerini saygıyla dinlediğim insanlar yalnızca benden eni konu genç olanlardır. Yaşam en son harikasını onlara açıklamış."s.266
Eğer fırsat bulabilirsem bu ara filmine de bakacağım.(filmi izledim bu arada ama kitaptan farklı çok yeri var)
Kitap Nihal Yeğinobalı çevirisiyle Can yayınlarından çıkmış.Çeviri de gayet güzel..

Pazartesi, Mayıs 20, 2013

Ve Günler Yürümeye Başladı, Eduardo Galeano


 "Tarihte Bugün", şeklindeki kitapları sever misiniz? Ben arada bir bakmak dışında sevmem. Mümtaz Arıkan'ın kitabı hariç tabi. O bence her evde bulunmalı. Neyse, Galeano "365 gün ve her güne bir gerçek" sloganıyla dünya tarihinden çok duymadığımız ilginç olayları "Tarihte Bugün" formatında paylaşıyor. Antik çağlardan günümüze kadar geniş bir yelpazede..
Meksikalı psikoposların neden yılan figürünü yasakladıklarını, okuma-yazma bilmeyen Şarlman'ın dünyanın en iyi kütüphanesini nasıl yaptırdığını, 1925'de bir kurnazın Eyfel Kulesi'ni nasıl sattığını, Juana Manso'nun kim olduğunu,1770'de çıkan bir yasa ile İngiltere'de makyaj yapan, peruk takan, korse,topuklu ayakkabı ya da parfüm kullanan bir kadının evliliğinin geçersiz olmasının nedenini ...ve daha çok şeyi merak ediyorsanız bu kitabı mutlaka okuyunuz.
 
Eduardo Galeano Uruguay doğumludur. Askeri darbede tutuklanıp sınır dışı edilmiş, Arjantin işgali sırasındaki sorguda tüm dişlerini kaybetmiş, yazmaktan yılmamış, Latin Amerika'nın en çok okunan yazarlarından biridir.Benim de okuma listeme aldığım "Latin Amerika'nın Kesik Damarları" kitabını Chavez, Obama'ya hediye etmiştir.



Cuma, Mayıs 17, 2013

Kız Çocuğu İçin Bolero



Kız çocuğu için birşeyler dikmek ya da örmek zevklidir. Ben de bu zevkin tadını çıkarıyorum. Boleronun örülmesi gerçekten zevkli ve kolay. Yaz başı ya da yaz sonunda, akşam üzeri hava hafif serinlediğinde elbise ve askılı bluz üzerine kurtarıcıdır bolerolar.
Published with Blogger-droid v2.0.10

Perşembe, Mayıs 16, 2013

iki katlı börek ve katmer



















Yine annemden bir börek, beraber yaptık aslında ama     ben sadece yamaktım.
Hamuru için:
1 yumurta, 3 kaşık yoğurt, 200 gr erimiş ama ılık margarin veya margarin tereyağı karışımı, 1 çay bardağı ılık su, tuz,un, bir fiske karbonat.
İç malzemeleri:
2 orta boy patates (küçük doğrayın), 200 gr kıyma, soğan,maydanoz,tuz ve karabiber.Karışımı 5 dakika pişirip ılıtın.
Önce un hariç tüm malzemeyi karıştırın, aldığı kadar unu ekleyip iyice yoğurun. Tepsinizin altını yağlayıp hamurun yarısını 1 cm kalınlığında açıp tepsiye yayın. İç malzemesini koyun hamurun diğer parçasını da açıp üstünü kapatın. Yumurta sarısı sürüp sıcak fırına verin.Önceden kesip fırına verirseniz hem çok şişmez hem de sonradan kesmesi zor olacağından işiniz kolaylaşır.
Yumuşacık, mis gibi bir börek..
Sıra katmerdeee...Şimdi yukardaki malzemelerin aynısını yağsız hazırlayıp hamurunu bolca yoğurup dinlendirin. Sonra açabildiğiniz kadar ince kat kat açıp, erimiş katıyağ ve sıvı yağ karışımını ince ince kat aralarında gezdirip üst üste koyun. En son ince açılıp yağlanmış ve üst üste dizilmiş bu hamur katmanını rulo yapıp kendi çevresinde dolayıp tepside elinizle bastıra bastıra yayıyorsunuz.Fırında 180-200 derecede üzeri nar gibi oluncaya kadar pişiriyorsunuz. Bunu tek başıma yapamam. Zor biraz. Ama harika bir lezzet. Tel tel ayrılıyor. Ilıkken yemenizi tavsiye ederim.








Çarşamba, Mayıs 08, 2013

Masumlar, Burhan Sönmez

Kardeşimin tavsiye ettiği kitaplardan biri daha. Çok beğendim.
"Benim vatanım çocukluğumdu ve ben büyüdükçe uzaklaştım ondan, uzaklaştıkça da o büyüdü içimde” romanın ilk cümlesi bu. Romanın özü aynı zamanda bence...2011 yılı Sedat Simavi Edebiyat Ödülü alan roman yazarın köyünün de olduğu Haymana Ovası ile Cambridge arasında gidip geliyor. Çocukluğunu annesinin, dayısının ve babasının hikayelerini anlattığı kısımlar adeta masal gibi geçiyor. Bugünü Cambridge'deki hayatını, Feruzeh ile ilişkisini anlattığı yer ise daha sade ve net yazılmış.

Karakterlerin hikâyeleri geçmişe uzanır ama döner ve o tek gecede birleşir. Zaman ve mekân arasında bir kopukluk yoktur. Olayları tek merkez ve zamanda birleştirmemin nedeni, kentle karşılaşan köy ilişkilerini anlatmanın en uygun yolunun bu olması. Köy kısmında kırk elli yıllık bir zaman dilimini üç beş sayfayla anlatırken şehirde tek bir saati sekiz on sayfada anlattım.*

İlk sayfalarda köyü ile ilgili kısımlar biraz karışık geldi.Olaylar çok hızlı akıyor, sürekli birileri ölüyor, gidiyor,geliyordu. Ayrıca beli bir tarih sırası da yoktu. Tatar fotoğrafçının, pençeyüzlü kadının, Ferman'ın Haco'nun ve daha başkalarının hikayeleri var.. Hepsi çok güzel. Akışa alışınca daha hızlı gitti ve bazı taşlar yerine oturdu.
☆ Ferman'ın ,Kewe'nin, Pençeyüzlü kadının, etrafındaki ölümler, tesadüfler, tarlafa işçibaşının söylediği türkünün nesilden nesile okunması çok etkileyiciydi.
☆Anlamadığım şey Feruzeh ile Brani Tawo arasında geçen "günahlar" konuşmasının açıklığa kavuşmadan kalmasıydı.
☆Feruzeh'in hikayesini öğreniyoruz ama Brani Tawo'nunki eksik kalıyor.
☆Peki neden Wittgenstein ? Ders vermeyi bırakıp bir kilisede bahçıvan olarak çalıştığı için mi?Toprağa dokunmak için..
☆Eğer yanlış anlamadıysam kitapta mutlu ve mutsuz insanların dünyalarının birbirinin aynı ya da farklı olması ile ilgili iki ayrı tez vardı. Wittgenstein ve Tolstoy'un fikirleri.
Bir yol yordam varsa şayet, hayatın sırrını çözecek bu hakikat arayışında; o da, her insanın bir diğerinin aynası olduğunun farkına varılmasıdır. Yazarın işareti bu yönde:
“Başımı çevirdim. Karşımdaki kızla göz göze geldim. Onun benim yüzümde ne gördüğünü merak ettim. Nasıl bir aynaydım ben ona? Gözlerimi indirdim. (...) Başımı kaldırdım. Pencereden yeşil tarlalara, tepelere ve uzaktaki köylere baktım.(Pakize Barışta, 29.05.2011 Kıyı)

Romanda benim sevdiğim bazı romanlara da gönderme var Tanpınar'ın Huzur'u, Remarque'nin "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" romanı, Marquez'in "Benim Hüzünlü Orospularım" romanı gibi... 

Çok soru sorduran, ama rahat okunan bir roman olsun istedim. Tıpkı Sallinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı ya da Marquez’in Benim Hüzünlü Orospularım’ı gibi kolay okunan, ama hızlı tüketilemeyen bir roman olsun istedim. Yani bakanın bakışına karşılık veren bir roman. Hani Gauguin’in gelip Van Gogh’un tablolarına bakması ve “Bu resimleri biraz hızlı yapmışsın sanki” demesi gibi. Van Gogh, “Bence sen biraz hızlı baktın” diye karşılık verir.*
*Yazarın Birikim Dergisi için Derviş Aydın Akkoç ile yaptığı söyleşiden alınmıştır.

Salı, Mayıs 07, 2013

Falafelci Kikero

Hiç falafel yediniz mi? Falafel bir Lübnan yemeği. Kısaca nohut köftesi. Eğer yolunuz Tünel-Galata bölgesine düşerse "ne yesem" diye düşünmeyin, Tünel'den Galata'ya inerken solda Yörük çıkmazında bulunan bu küçük ama lezzeti büyük falafelci Kikero'ya uğrayın derim.



Ben dürüm olarak yedim. İşe gideceğim için soğan koydurtmadım ama yakışırdı. Az acı biber turşusu, az domates ve yeşillik ve tabiki humus ile harika bir dürüm oldu. Daha önce yemediğim sadece adını duyduğum için "önce yediklerim kadar güzel ya da değil" diyemem ama yedikten beş dakika sonra bile tadı damağımdaydı...(acaba burası adını Romalı ünlü Çicero'dan mı alıyor? bilemedim.) Dürüm 7 lira, içine humus isterseniz 1 lira da o. Afiyet olsun..

Cumartesi, Mayıs 04, 2013

Yazarların İlginç ve Acı Hayatları

Bazen okuduğum yazar ve şairlerin hayat hikayelerini merak ederim. Çoğunlukla da acı veya ilginçliklerle karşılaşırım. İşte bunlara örnekler;

Wirginia Wolf; manik-depresif teşhisi konulmuş,bir keresinde manik anında 48 saat konuşmuştu,yazılarını ayakta yazan yazar kibirliydi. Yahudiler konusunda ırkçı tutum sergilemiş, aşkı bir kadında bulmuş ama yalnızca kocası ile mutlu olabilmişti. Ceplerine koyduğu çakıl taşları ile evinin yakınındaki ırmağa girmiş ve intihar etmiştir.
Oscar Wilde; Annesinin isteği nedeniyle çocukken kız elbiseleri giyerdi. Zekası ile ünlenmiş, yazdıklarından dolayı ahlaksızlıkla, bir erkekle yakın arkadaşlığından dolayı eşcinsellikle suçlanıp iki yıl hapis yatmış.
Shakespeare; Veba salgını sırasında doğmuş,18 yaşında evlenmiş, bu evlilikten iki tane ikiz yani dört çocuğu olmuş ancak ailesi ile aynı şehirde pek yaşamamıştır. Doğumgünü kutlaması sırasında aldığı aşırı alkol nedeniyle komaya girip ölmüştür.
Bertolt Brecht; Nazi karşıtı, oyunları ve kitapları yasaklanmış yazar ülkesinde vatandaşlıktan çıkarılmış ve kalp krizinden ölmüştür.
Halil Cibran; Lübnanlı yazarın Beyrut'ta kitapları yakılmış, maruni kilisesince afaroz edilmiştir. New York'ta yalnız ve yoksul ölmüştür. Yaşarken onu kabul etmeyen Beyrut cenazesini almıştır.
Herman Hesse; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya'dan İsviçre'ye kaçmış, ülkesinde vatan haini ilan edilmiştir. Gençliğinde intihara teşebbüs edip bir süre akıl hastanesinde yatmıştır.
Sergey Yesenin; Rus şair, mürekkep bulamayınca kolunu kesmiş burdan akan kanla şiirini yazmıştır. O gece kendini asıp ölmüştür.
Orhan Veli; belediyenin açtığı çukura düşmüş, beyin kanaması geçirdiğinin farkına varmamış. İki gün sonra hastaneye kaldırılmış ve hayata gözlerini yummuş.
Albert Camus; karısı ve sevgilisi arasında yaşadığı tutku ve bağlılık bocalamalarını Fransa ve Cezayir arasında da yaşamıştır. Plajı ve güneşi çok seven yazar arkadaşının kullandığı arabada kaza geçirip ölmüştür.
Maksim Gorki;çocukken büyükbabasından acımasızca dayaklar yemiş, yoksulluk çekmiş, annesinin yeni eşine bıçakla saldırmış, çok işte çalışmış, 19 yaşında kalbine tabanca dayayıp ölmek istemiş ama kurşun ciğerini delince ömür boyu sürecek bir vereme yol açmıştır. Lenin ile dostluk kurmuş, tabutu Stalin tarafından taşınmış bu yazar 68 yaşında ölmüştür.
Cesare Pavese; faşistlere karşı çıktığı için hapse atılmış,ödül kazandığı yıl ilaç içip intihar etmiştir.
Charles Bukowski; yıllarca babasından ustura kayışıyla dayak yemiş, lise yıllarında aylarca vücudunun her yanını kaplayan yaralar yüzünden tedavi görmüş ve sargılarla yaşamıştır. Alkolü ve kadınları çok seven yazar kanserden ölmüştür. Son sözlerinden biri "yaşamayı denedim,pişman değilim ama siz denemeyin" olmuştur.
Rimbaut; şizofrendi. Şiirde sembolizmin atası kabul edilir. Çocukken saçlarını uzatan annesi onu bir kız gibi yetiştirmiştir. Defalarca evden kaçmıştır. 16 yaşında kaçtığı Paris'te bir grup askerin tecavüzüne uğramıştır.Daha sonra Paul Verlaine ile eşcinsel, kavga gürültü dolu bir ilişki yaşayacak ve onun genç karısından ayrılmasına neden olacaktır. Sonra ailesinin yanına döner, ahırda karanlıkta yaşar ve yazar...Dizinde çıkan bir tümör nedeniyle bir bacağı kesilir, birkaç ay sonra ölür.
Romain Gary;annesi eşyalarını satarak ya da el falı bakarak büyüttüğü oğlunun ileride büyük bir yazar olacağına inanıyordu.İkinci Dünya Savaşı'nda pilottu, sonra diplomat oldu. İkinci eşi bir oyuncuydu kendisini aldattı ve terketti, kısa bir süre sonra da intihar etti. Gary onun intiharından bir yıl sonra silahla yaşamına son verdi.
Franz Kafka;anlayışsız, süreklı bağıran bir baba ve sessiz bir annenin çocuğuydu. Babasının zoruyla hukuk okudu. 41 yaşında yıllarca çektiği ciğer hastalığından öldü. Mektupları ve kitaplığına gestapo el koydu..
Cevat Şakir,köklü bir ailenin çocuğuydu. Kaza olduğu söylenen bir silah patlamasıyla babasını öldürdü. 7 yıl hapis yattı, vereme yakalanınca serbest bırakıldı. Yazdığı bir yazı nedeniyle Bodrum'a sürgüne gönderildi. Yıllar sonra kemik kanserinden öldü.
Tezer Özlü; mutlu bir aile yaşamı olan yazar bazen ruhsal bunalımlar yaşardı. Bazı bunlaım anlarında elektroşok tedavisi bile görmüştür.Kanserden bir memesi alındı ama genç yaşta öldü.
Puşkin; eşinin sevgilisi olmakla itham ettiği Anthes ile girdiği düelloda vurulup üç gün sonra ölmüştür.
Tolstoy'un 13 çocuğu vardı. 48 yıllık karısına bir gün "son günlerimi sükunet içinde geçirmek istiyorum" notunu bırakıp ve evi terk ettiğinde 82 yaşındadır. Bir tren istasyonunda donarak ölür.
Charles Dickens'ın en fazla vakit geçirdiği yer kimsesizler morguymuş, Balzac günde 50 fincan kahve içer, içmediğindeyse kahve çekirdeği çiğnermiş. Yazı yazarken kafasına kalınca bir atkı bağlar ayaklarını bir leğen suyun içinde tutarmış.
Ne ilginç değil mi?
farklı ve acı çekince mi yazar olunuyor yoksa yazar olunca mı farklılaşıyor insan? Bence büyük yetenek + acı+duyarlılık bir arada olursa tam oluyor ...

Cuma, Mayıs 03, 2013

Alternatif Bir Yemek;tavuklu tortilla dürüm

Ne yesek? sorusuna farklı bir alternatif benden...Yemek konusunda kafa dengi bir arkadaşınız gelecekse misafirliğe bu seçeneği düşünebilirsiniz.














Zira hazırlaması kolay yemesi zevkli. Tavuk veya kırmızı etle yapılabilir. Etleri ince ince doğrayıp kavurun ve pişmeye yakın susam serpin. Et pişerken bir yandan soğanı karamelize edin, mantarı tuz ve az zeytinyağı ile soteleyin, yeşillik yıkayın, patates kızartın, kırmızı ve yeşil biberi ince kesip tavada çevirin. İsterseniz patlıcan közleyin.Biraz krema çırpın. Arık zevkinize göre 3-4 çeşit yeter. Tortilla ekmeklerini bu malzemelerle dürüm yapıp afiyetle yiyin. Herkes kendi dürümünü arzusuna göre yapıyor. Domates sosu, turşu, amerikan salatası, mayonez,ketçap da tercih edilebilir.İnce ince doğranıp hafif yağda çevrilmiş lahana ya da pırasa da çok yakışır. Çeşit çok olmak zorunda değil.Hatta bence az olsa daha makbul. Mezeleri az miktarda yapın küçük kaselere koyun. Aynı tavada soğanı, mantarı ve biberleri beşer dakika peş peşe kavurursanız işiniz kolaylaşır, bulaşığınız artmaz.
Bir dahaki sefer sarmısaklı domates sosu ve rende kaşar eklemeyi düşünüyorum.
 


Çarşamba, Mayıs 01, 2013

Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay



"Gökyüzüne bakmıştım. Yuvarlak ve parlak ve ışıklı bir dairden başka bir şeye benzemeyen aya bakmıştım ve ne kadar güzel, tıpkı öğretildiği gibi güzel, anlatıldığı gibi güzel demiştim; sonra, başımı aşağı doğru hareket ettirerek, denizde ayın ışıltılı çizgilerini aramıştım. Ne acıklı bir maceraydı bu. Belki de değildi; belki de, bunun acıklı bir macera olduğunu da bir yerlerden öğrenmiştim, bir yerde okumuşum. Hafızam zayıfladığı için, neyi nerede okuduğumu unuttuğum için, bana ait bir takım duygular olduğunu sanıyordum. Acaba, içine düştüğüm durum daha önce nerede acıklı olmuştu? Mısırda mı? Eski Yunanda mı? Kendimi romantik dönemin Fransızları, ingilizleri ya da Almanlarıyla mı karıştırıyordum? Ben bir şeyin taklidiydim; fakat, aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim. Belki de bana ne olduğunu sonuna kadar okumamıştım. Yarabbim ne korkunçtu!"


 
Adı güzel kendi güzel bir öykü kitabı. Gerçekten etkileyici ve sanki içindeki tüm öyküleri kapsayan bir adı var. Korkuyu Beklerken. Kitaba adını veren öykü en güzel olanı. Ben bir de "ne evet ne hayır" ı "bir mektup"u, "unutulan"ı ve "beyaz mantolu adam"ı çok beğendim. Hepsi güzeldi. Ama bunlar beni en çok etkileyenler oldu.
"Her şeye yeniden başlamak da mümkün değildi. İstesem de mümkün değildi. Nerede kaldığımı unuttuğuma göre, baştan başlamak için de birtakım yetenekler gerekliydi; daha talihli doğmuş olmak gerekliydi mesela."
43 yıllık ömründe ne yaşadın içinde neler vardı senin Oğuz Atay?
Kitabın yarısı altı çizilecek, üzerinde düşünülecek cümlelerle dolu. Bu kitabı iyi ki üniversite yıllarımda okumamışım. Bu kadar iyi anlamayabilirdim çünkü. Şimdi de hepsini anladığımdan şüpheliyim :-) Bazı kitaplar genç yaşlarda okunmamalı sanki... Belki de o yüzden yıllar önce Tutunamayanlar'a başlayıp yarısında bıraktım...