Kardeşimin tavsiye ettiği kitaplardan biri daha. Çok beğendim.
"Benim vatanım çocukluğumdu ve ben büyüdükçe uzaklaştım ondan, uzaklaştıkça da o büyüdü içimde” romanın ilk cümlesi bu. Romanın özü aynı zamanda bence...2011 yılı Sedat Simavi Edebiyat Ödülü alan roman yazarın köyünün de olduğu Haymana Ovası ile Cambridge arasında gidip geliyor. Çocukluğunu annesinin, dayısının ve babasının hikayelerini anlattığı kısımlar adeta masal gibi geçiyor. Bugünü Cambridge'deki hayatını, Feruzeh ile ilişkisini anlattığı yer ise daha sade ve net yazılmış.
Karakterlerin hikâyeleri geçmişe uzanır ama döner ve o tek gecede birleşir. Zaman ve mekân arasında bir kopukluk yoktur. Olayları tek merkez ve zamanda birleştirmemin nedeni, kentle karşılaşan köy ilişkilerini anlatmanın en uygun yolunun bu olması. Köy kısmında kırk elli yıllık bir zaman dilimini üç beş sayfayla anlatırken şehirde tek bir saati sekiz on sayfada anlattım.*
İlk sayfalarda köyü ile ilgili kısımlar biraz karışık geldi.Olaylar çok hızlı akıyor, sürekli birileri ölüyor, gidiyor,geliyordu. Ayrıca beli bir tarih sırası da yoktu. Tatar fotoğrafçının, pençeyüzlü kadının, Ferman'ın Haco'nun ve daha başkalarının hikayeleri var.. Hepsi çok güzel. Akışa alışınca daha hızlı gitti ve bazı taşlar yerine oturdu.
☆ Ferman'ın ,Kewe'nin, Pençeyüzlü kadının, etrafındaki ölümler, tesadüfler, tarlafa işçibaşının söylediği türkünün nesilden nesile okunması çok etkileyiciydi.
☆Anlamadığım şey Feruzeh ile Brani Tawo arasında geçen "günahlar" konuşmasının açıklığa kavuşmadan kalmasıydı.
☆Feruzeh'in hikayesini öğreniyoruz ama Brani Tawo'nunki eksik kalıyor.
☆Peki neden Wittgenstein ? Ders vermeyi bırakıp bir kilisede bahçıvan olarak çalıştığı için mi?Toprağa dokunmak için..
☆Eğer yanlış anlamadıysam kitapta mutlu ve mutsuz insanların dünyalarının birbirinin aynı ya da farklı olması ile ilgili iki ayrı tez vardı. Wittgenstein ve Tolstoy'un fikirleri.
Bir yol yordam varsa şayet, hayatın sırrını çözecek bu hakikat arayışında; o da, her insanın bir diğerinin aynası olduğunun farkına varılmasıdır. Yazarın işareti bu yönde:
“Başımı çevirdim. Karşımdaki kızla göz göze geldim. Onun benim yüzümde ne gördüğünü merak ettim. Nasıl bir aynaydım ben ona? Gözlerimi indirdim. (...) Başımı kaldırdım. Pencereden yeşil tarlalara, tepelere ve uzaktaki köylere baktım.(Pakize Barışta, 29.05.2011 Kıyı)
Romanda benim sevdiğim bazı romanlara da gönderme var Tanpınar'ın Huzur'u, Remarque'nin "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" romanı, Marquez'in "Benim Hüzünlü Orospularım" romanı gibi...
"Benim vatanım çocukluğumdu ve ben büyüdükçe uzaklaştım ondan, uzaklaştıkça da o büyüdü içimde” romanın ilk cümlesi bu. Romanın özü aynı zamanda bence...2011 yılı Sedat Simavi Edebiyat Ödülü alan roman yazarın köyünün de olduğu Haymana Ovası ile Cambridge arasında gidip geliyor. Çocukluğunu annesinin, dayısının ve babasının hikayelerini anlattığı kısımlar adeta masal gibi geçiyor. Bugünü Cambridge'deki hayatını, Feruzeh ile ilişkisini anlattığı yer ise daha sade ve net yazılmış.
Karakterlerin hikâyeleri geçmişe uzanır ama döner ve o tek gecede birleşir. Zaman ve mekân arasında bir kopukluk yoktur. Olayları tek merkez ve zamanda birleştirmemin nedeni, kentle karşılaşan köy ilişkilerini anlatmanın en uygun yolunun bu olması. Köy kısmında kırk elli yıllık bir zaman dilimini üç beş sayfayla anlatırken şehirde tek bir saati sekiz on sayfada anlattım.*
İlk sayfalarda köyü ile ilgili kısımlar biraz karışık geldi.Olaylar çok hızlı akıyor, sürekli birileri ölüyor, gidiyor,geliyordu. Ayrıca beli bir tarih sırası da yoktu. Tatar fotoğrafçının, pençeyüzlü kadının, Ferman'ın Haco'nun ve daha başkalarının hikayeleri var.. Hepsi çok güzel. Akışa alışınca daha hızlı gitti ve bazı taşlar yerine oturdu.
☆ Ferman'ın ,Kewe'nin, Pençeyüzlü kadının, etrafındaki ölümler, tesadüfler, tarlafa işçibaşının söylediği türkünün nesilden nesile okunması çok etkileyiciydi.
☆Anlamadığım şey Feruzeh ile Brani Tawo arasında geçen "günahlar" konuşmasının açıklığa kavuşmadan kalmasıydı.
☆Feruzeh'in hikayesini öğreniyoruz ama Brani Tawo'nunki eksik kalıyor.
☆Peki neden Wittgenstein ? Ders vermeyi bırakıp bir kilisede bahçıvan olarak çalıştığı için mi?Toprağa dokunmak için..
☆Eğer yanlış anlamadıysam kitapta mutlu ve mutsuz insanların dünyalarının birbirinin aynı ya da farklı olması ile ilgili iki ayrı tez vardı. Wittgenstein ve Tolstoy'un fikirleri.
Bir yol yordam varsa şayet, hayatın sırrını çözecek bu hakikat arayışında; o da, her insanın bir diğerinin aynası olduğunun farkına varılmasıdır. Yazarın işareti bu yönde:
“Başımı çevirdim. Karşımdaki kızla göz göze geldim. Onun benim yüzümde ne gördüğünü merak ettim. Nasıl bir aynaydım ben ona? Gözlerimi indirdim. (...) Başımı kaldırdım. Pencereden yeşil tarlalara, tepelere ve uzaktaki köylere baktım.(Pakize Barışta, 29.05.2011 Kıyı)
Romanda benim sevdiğim bazı romanlara da gönderme var Tanpınar'ın Huzur'u, Remarque'nin "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" romanı, Marquez'in "Benim Hüzünlü Orospularım" romanı gibi...
Çok soru sorduran, ama rahat okunan bir roman olsun istedim. Tıpkı Sallinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı ya da Marquez’in Benim Hüzünlü Orospularım’ı
gibi kolay okunan, ama hızlı tüketilemeyen bir roman olsun istedim.
Yani bakanın bakışına karşılık veren bir roman. Hani Gauguin’in gelip
Van Gogh’un tablolarına bakması ve “Bu resimleri biraz hızlı yapmışsın
sanki” demesi gibi. Van Gogh, “Bence sen biraz hızlı baktın” diye
karşılık verir.*
*Yazarın Birikim Dergisi için Derviş Aydın Akkoç ile yaptığı söyleşiden alınmıştır.
1 yorum:
Kapak tasarımı hayli dikkat çekici.
Yorum Gönder